27 Mart 2014 Perşembe

KÜÇÜK İNSANLARIN BÜYÜK DİYARI; ÇİN


  BEİJİNG

Bu yazımızı, çok uzak bir memleketten; Çin’den yazıyoruz. Yazılı tarihi 5000 yıl geriye uzanan, günümüz medeniyetinin temel taşlarını oluşturan kâğıt, barut, pusula ve matbaacılık gibi pek çok buluşa imza atan ve son yıllarda, yapmış olduğu atılımlarla ve politikalarla, dünyanın en önemli ekonomik güçlerinden biri haline gelmeye başlayan devasa bir ülke; Çin. Üç haftayı aşkın bir süre köşe bucak gezdiğimiz bu dünya devi, nüfusu bir milyonu aşkın 64 şehriyle inanılmaz kalabalık bir ülke, hatta ayrı bir dünya. Tam 1,35 milyar kayıtlı insan. Ülke nüfusu o kadar kalabalık ki devlet çareyi çocuk doğumunu sınırlamakta bulmuş. “Tek çocuk yasası” azınlıklar dışında kalan Çinlilere birden fazla çocuğu yasaklıyor. İlginç bir şekilde ilk çocuk kız olursa bir çocuk hakkı daha veriliyor. Ülkenin %92 si “Han” denilen has Çinli ırktan oluşurken, kalan %8 i 56 farklı ırka ayrılmış. Çok köklü bir tarihi, muhteşem doğal güzellikleri ve Batı’nın metropollerinden farksız dev şehirleriyle bir gezginin her şeyi bulabileceği nadir yerlerden. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Turizm Örgütü'nün verilerine göre 2012 yılında kaydedilen 57.7 milyon turistle Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra dünyada en çok ziyaret edilen üçüncü ülke durumundadır.



                İstanbul - Moskova  üzerinden dünyanın en büyük başkentlerinden biri olan Beijing’e (diğer adıyla Pekin) varıyoruz. Mimari açıdan benzersiz Beijing havalimanı büyüklüğüyle de ayrı bir şaşırtıyor bizi. Zaten Çin şehirlerini gezerken genelde “büyük” kelimesi anlamını yitiriyor. Çünkü her şey çok büyük. İki katlı üst geçitler, sekiz şeritli yollar, Atatürk havalimanından kat be kat büyük tren istasyonları ve her yer insan... Sanki bir çuval pirinci bir metrekareye dökmüşsünüz. 












Bu kalabalık içerisinde şehir sokaklarını arşınlıyoruz. Eğer otel rezervasyonunuz yoksa ucuz otel bulmak ayrı bir çile haline geliyor. Her şey turistin para harcamasına yönelik. Tarihi gibi gördüğümüz bir çok yapı aslında ilgi çekmek için sonradan yapılmış.






 440,000 metrekarelik alanıyla dünyanın en büyük meydanı olan Tiananmen meydanının tüm çevresi tamamen restore edilmiş ve belli saatlerde araç girişi yasak. Böylece doyasıya gezme imkanına sahip oluyorsunuz.  Meydanda müzeler ve Çin’in efsanevi lideri Mao Zedong’un anıt mezarı bulunuyor.



     İngilizce açısından çok zayıf olan Çinlilerle daha çok vücut diliyle anlaşmaya çalışıyoruz. Ancak Çinliller gerçekten çok ilginç insanlar. Bizde “dik dik bakma” dediğimiz durum onlar için gayet normal. Hiç çekinmeden sizi tepeden tırnağa süzen insanların arasında dolaşmak, ilk başta rahatsız edici olsa da, sonradan alışıyorsunuz. 


 Bu bakışlar bir yana bir de bizimle fotoğraf çektirmek isteyenlerle karşılaşıyoruz. Hatta bunun için sıraya bile giriyor ya da sizi gizlice çekebiliyorlar. İnsan kendini bir an ünlü sanabiliyor. 
Çinlilerin dikkat çeken diğer bir özelliği de çay aşığı olmaları. Neredeyse her üç kişiden ikisinde küçük termoslar görüyoruz. Devlet de bunun farkında olacak ki; tren istasyonu, tuvalet gibi yerlere sıcak su makineleri koymuş. Bu arada tüm Çin’de tuvaletler ücretsiz ve temiz.








Pekin'de serinleme amaçlı göbek şovlar oldukça moda :)



Restoranlar müşteri çekmek için her süslemeyi kullanıyor.

Hazır noodle lar
             Çin’de yaşadığımız en büyük sıkıntı yemek. Helal yemek bulmak için bazen saatlerce dolaşıyoruz. İlk iki gün Türkiye den getirdiğimiz bisküvi benzeri yiyeceklerle idare ediyoruz. Ama onlar bitince düşüyoruz yollara. 


Ülke çapında domuz eti çok fazla tüketiliyor. Yer yer bulduğumuz Uygur lokantaları kurtarıcı olsa da, onları bulmak hiç kolay değil. Çok hızlı bir şekilde büyüyen Çin’de haritalar 6 ayda bir değişiyor. Haritada bulduğumuz lokantaya vardığımız da bazen yerinde yeller estiğini farkediyoruz. Bu bölgede yiyebileceğeniz yegane yemek noodle denilen sulu makarna. Öğünümüzün baş köşesine oturtuyoruz. 


Popülerliğimizden bir şey kaybetmedik :)
      Namaz kılmak isteyenler hiç canını sıkmasınlar. Tapınak kenarlarında, dağda, kaldırımda her yerde çok şükür namazlarımızı eda ettik. Namazlarımızın çoğunu insanlar arasında sokakta kılmamıza rağmen yirmi gün boyunca hiçbir sivil ya da görevli bize ne müdahalede bulundu ne de rahatsız etti. Yüzde altmışı ataist olan bir memleketten bahsediyoruz. Türkiye’deki bazı kesimlerin kulakları çınlasın. insanların ortasında hatta Pekin’in en kalabalık bölgelerinden olan tren istasyonunda güpegündüz öğle namazını kıldığımız an görülmeye değerdi. Etrafımızı saran meraklı bakışlar, namaz kılarken yanımıza gelerek fotoğraf çektirenler ve daha nice tebessüm ettiren anlar. Allah kabul etsin.



Beijing’in ününe ün katan Çin Seddi ikinci durağımız oluyor. Otobüsümüz böcekden, kurbağaya, yılandan, köpek etine kadar binbir çeşit yiyeceğin satıldığı turistik giriş kapısına yanaşıyor.



Yeşil dağların sırtlarından yılan gibi kıvrılan bu yapı M.Ö. 200 yılında yapımına başlanmış. Yüz yıllar geçtikçe, sayıları bir milyonu bulan bir işçi ordusunun yardımıyla yapılan eklemelerle tam 8850 km uzunluğa ulaşmış. Seddin bazı kısımları o kadar dik ki, düz bir duvarı andırıyor. 



Çin seddi değil, resmen rampa :)


Uçsuz bucaksız dağlarda ufukta kaybolan surlarıyla, tarihin derinliklerine sürükleniyoruz. Her yerde karşılaştığımız kalabalık Çinli yerel turistlerin eşliğinde duvar boyunca ilerliyoruz. Karşılaştığımız Uygur çiftle Türkçe konuşabildiğimizi fark ettiğimizde şaşırıyoruz. Çin hükümetinin yaptığı baskıları anlatıyor ve boynumuz bükük dinliyoruz. 




Yaklaşık 4-5 saatlik bir geziden sonra teleferik ile aşağıya inerek ikinci günümüzü de sonlandırıyoruz . Yeri gelmişken size bir uyarıda bulunayım. Çin’de turistik yerlerin giriş ücretleri inanılmaz pahalı. Bazı asya ülkeleri ve bizde olduğu gibi yerli yabancı turist ayrımı yapmıyorlar.  Herkese pahalı. Küçük parklar ve tapınaklardan bile giriş ücreti tahsil ediyorlar.





Başkentte son durağımız “Yasak Şehir” oluyor. Şehir denildiğine bakmayın aslında, yüzyıllar boyunca yönetim merkezi olarak kullanılmış devasa bir saraydan bahsediyoruz. 











Bu figürlerin sarayı koruduğuna inanılıyor

Uzak doğunun klasik çatı üslubunun en güzel örneklerini burada görmek mümkün. Saray çıkışı Çince’de “penjing” denilen minyatür bonsailerle süslenmiş avlusuyla klasik çin bahçeleri karşılıyor bizi. 








Şirin bir Bonsai ağacı
Bu parkın zirvesine çıkarak bir de tepeden bakıyoruz bu kadim şehre. Önümüze serilmiş tarih deryasının bittiği yerde gökyüzünü yaran gökdelenler başlıyor ve ardında siyah siluetler bırakan kızıl güneş kıvrımlı çatılarda son okşamalarını konduruyor.  Sonraki durağımız olan Ta’ian şehrine gitmek için hazırlık yapmak üzere otelimize geçiyoruz.






TA’İAN


Akıl kârı değil :)
Çin de ulaşımın bel kemiği raylı sistem. Dünyanın en büyük ağlarından birine sahip. Hız rekorlarını alt üst eden trenlere de büyük şehirlerde rastlamak mümkün. Altı yataklı ve tümü klimalı olan trenler üst katları hariç gayet konforlu. Fiyatlar uygun denilebilecek seviyede. Çin’de batılı bir turist olmanın garipliğini ilk bindiğimiz trende de yaşıyor ve yine şaşkın bakışlar altında Ta’ian şehrine varıyoruz. Şehir Çin standartlarına orta büyüklükte, nüfüsu 5,5 milyon. Buraya gelişimizin nedeni, ülke çapında kutsal sayılan beş dağdan en önemlisinin burada olması. Tai dağı (Tai Shan) 3000 yıldan uzun bir süredir bir ibadet merkezi. 1987 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine giren bu meşhur dağı sadece 2003 yılında altı milyon turist ziyaret etmiş.



Peki dağa nasıl çıkacağız. Cevap basit; Çin de tüm turistik dağlarda olduğu gibi merdivenlerle (!) .

Merdivenlerin kadraja sığan kısmı


Yüz değil binlerce basamak. Bir gökdelene merdivenlerle çıktığınızı düşünün. Çinliler tüm dağ sırasını merdivenlerle döşemiş. 

Merdivenlerden nefret ettiğim an :)
















               Gözünüz korkmasın, ben bu kadar kondisyonlu değilim diyenlere iki kolay seçenek var. İlki teleferik. Bu küçük kutucuklar yaklaşık 35 lira verdiğinizde, en azından yolun yarısına kadar sizi götürüyor. İkinci seçenek ise biraz garip. Küçük bir taht ve onu sırtlayan iki insan. Tabi bu daha pahalı bir tercih. Genciz , güçlüyüz diyerek bedava olan kendi ayaklarımızı yeğliyor ve başlıyoruz tırmanamaya. 
Bizden kötü durumda olanlar da var

Yukarı çıktıkca dağın eteklerinde yer alan küçük tapınakcıklar ve mola kulübeleri  inanılmaz manzaralar sunuyor bizlere. Yediden yetmişe binlerce insan,  dağ girişinde kiralık aldıkları bastonlar ile, bir aşağı bir yukarı, soluk soluğa arşınlıyor basamakları. 










...ve zirve.
Saatler sonra nihayet vardığımız zirvede,  antik bir şehir misali binlerce yıllık mistik yapıları inceliyor ve bize küsmüş yorgun ayaklarımıza bir kıyak yaparak teleferikle aşağı iniyoruz.
































Israrla fotoğraf isteyen gençleri kırmıyoruz













TONGLİ

Haritada yönümüzü aşağı çevirerek Çin’in Venediği denilen kanallar kenti Tongli’ye yine trenle ulaşıyoruz.
Şehrin dört bir yanındaki gezi kayıkları


 Terkedilmiş bir şehri andıran bu küçük kasabada 100 aşkın küçük köprünün her biri ayrı bir güzellikte.





Geleneksel bir  Çin bahçesi
Her bir köprü bir sanat eseri
Bahçe havuzlarında devasa Japon balıkları var






Tüm sokaklarını elimizdeki küçük haritayla dolaşırken geleneksel bir lokantada yemek yiyoruz.  Çinliler çayı bardakta demliyor. Çay istedğinizde bir termos ve içine çay yaprağı atılmış porselen bardaklar getiriliyor.






Çoğu yemekte domuz yağı kullanıldığı için bu
 yemeklerden sadece bir kaçını sipariş ediyoruz



 Çayın bu kadar çok tüketildiği bir memlekette ülkemin o güzel kızıl çayını özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Kanalda bir iki kayık turu attıktan sonra kasabanın akşam saatlerinde daha bir süslü olduğunu farkediyoruz. 





Tongli'nin gecesi ayrı bir güzel







İkinci gün geleneksel Çin evlerinde geçirdiğimiz saatlerden sonra turumuzu tamamlıyoruz. Sırada Şangay var.















 ŞANGAY


Burada da yatış pozu vermeden olmaz :)

Şangay aslında bir eyalet ismi. Şanganese diye bir lehçe bile ver. 350 milyar dolarlık devasa bir ticaret hacmine sahip. 23 milyonluk nüfusu ve bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibi duran benzersiz gökdelen manzarasıyla eğlenceli bir şehir Şangay. 
Şehirde eski ve yeniyi bir arada görmek mümkün

Shangai çok düzenli ve temiz bir şehir.








 Gökdelenler arasında çalan müzik ile dans eden bir çift




Gökdelenlere bakarken boynumuz tutuluyor.




Bu büyük şehir gökdelenlerin olduğu Pudong ve eski Shangai’ın bulunduğu Bund bölgelerinden oluşuyor. İki bölgenin arasından geçen Yangtze nehri ve alışveriş meraklıların çekim alanı olan Nanjing Road’da şehir silüetini temaşa ediyoruz. 



 Camsız gözlüklerim ve ben :)

Çin'de çok popüler olan siyah çerçeve gözlüklerden biz de alıyoruz. Ama bizimkinde cam yok :) 




 Gökdelenler arasında gezerken karşılaştığımız Türk kumpirci ile memleket hasretini bir nebze olsun gideriyoruz.

Nanjing Road
























HUANGSHAN


Manzara muhteşem



Hong Kong dan önceki son durağımız olan Huangshan yine Çin’in en önemli dağ sıralarından bir tanesi. Burayı özel kılan dağın jeolojik oluşumu ve dar geçitlerden yer yer tehlikeli olabilecek uçurum kenarı güzergahlardan geçen seyir terasları. 








Bu dik merdivenler oldukça tehlikeli
Ünlü Avatar filminin buradan ilham alınarak çekildiğini de belirtmek gerek. Şehre vardığımız ilk gün inanılmaz yağmur yağıyor. Yılın 200 günü yağmurlu olan şehirde bu hiç de şaşılacak bir durum değil. Ancak zirvede bir gün çadırda konaklamak isteyen bizler için can sıkıcı bir durum. Planımızı biraz daha esneterek buradaki süreyi bir gün uzatıyoruz. Zorlu bir otel bulma sürecinden sonra sabah kalktığımızda güneş yüzümüze gülümsüyor ve yine yorucu bir tırmanışa başlıyoruz.  

Resme yakından baktığınızda dağ üzerindeki merdivenleri görebiliyorsunuz

Buradalardan yürümek oldukça ürkütücü





Özgürlük...
Dağın eteklerine geldiğimizde bile manzara muhteşem; keskin kayaçların arasından fışkıran yeşil ağaççıklar ve taşların arasına sıkışmış küçük tapınaklar… 











Teleferikle iniş ayrı bir güzel



...ve muhteşem gün doğumu


Sisler arasında merdivenleri arşınlarken buranın Taian dağından çok daha büyüleyici olduğunu anlıyoruz. Her zaman şaşkın şaşkın baktığımız o sarp kayalıklardaki evcikleri dünya gözüyle görmek ayrı bir haz veriyor insana. 

Burada da yattık :)



Azıklarımızı yerken :)

Zirvede kiraladığımız çadırımızda geceledikten sonra sabahın ilk saatlerinde  Çin’de güneşin doğuşunun en güzel gözlemlendiği yerlerden biri olan bu dağda, arzın uyanışını kalabalık ve gürültülü Çinlilerle beraber izliyoruz.  İnişimiz tırmanıştam daha bir harika geçiyor. Ağzımız açık Çin’in tüm dağ sırasını merdivenlerle ve geçitlerle donattığını farkediyoruz.



























HONG KONG


.


...Ve Hong Kong. Burası da Şangaya benzer bir şehir. Ancak kendi bayrağı ve para birimi olan ayrı bir devlet statüsünde. Yine gökdelenler kaşılıyor bizi. 




Hong Kong'un meşhur biçimsiz apartmanları ve arasına sıkışmış bir kilise

Sık sık kayboluyoruz sokaklarda...

Man Mao Tapınağı

Victoria Tepesi tramvayını beklerken

Hong Kong'un en merkezi yerlerinde
bile cami bulmak mümkün

Tapınaktaki dilek kartları








Çok pahalı bir şehir Hong Kong. Yemek yemek istediğimizde büyük bir kazıkla başlıyoruz güne :) Şehrin yarısı Çinli, kalanı ise bin bir memleketten. Caddelerde Hindliler ünlü marka saatlerin çakmalarını satabilmek ve bizi dükkanlarına götürebilmek için birbirleriyle yarışıyor. Orada öğrendiğime göre Hong Kong'un terzileri de dünyaca ünlüymüş. 




Victoria Tepesi ve kuş bakışı Hong Kong

Eski bir tramvayla çıktığımız Victoria tepesi tüm şehri ayaklarımızın altına getiriyor. Meşhur Star Ferry ile Hong Kong u ikiye ayıran nehri geçerek iki yakayı da görme şansı elde ediyoruz.  








Kung Fu hünerlerimi orada da gösterdim  :)

Sahil kenarında Bruce Lee nin heykeli ve Çin film yıldızlarının el izinin bulunduğu  kaldırımlarda dolaşarak, bu mega şehri tanımaya çalışıyoruz. 


İki günlük kısa bir duraklamanın yeterli olduğunu düşünerek yönümüzü yine doğanın kucağına çeviriyoruz. Hedef; dünyanın benzersiz doğa harikalrından bir tanesi; Yangshuo.



YANGSHUO




Bu şehre vardığınızda kendinizi fantastik bir filmde sanabilirsinz. Li nehri boyunca uzanan, irili ufaklı yüzlerce tepe. 










Dünyanın en meşhur turlarından bir tanesi olan Yangztze nehir gezilerinin en can alıcı bölgesi burası. Şehri tatmak için bisiklet en eğlenceli araç. 









Öncelikle binlerce yıllık antik köyleri geziyoruz. Bunlardan en meşhuru olan Xinping'de kiraladığımız bambu sallarla Li nehrine bırakıyoruz kendimizi. 












Termoslarımıza dolduruğumuz kahveleri yudumlarken etrafımızda uzanan doğa harikaları mest ediyor bizi. 











Bu manzarayı görünce İstiklal Caddesi aklıma geldi
Sonraki gün tam bir hediyelik eşya cenneti olan şehir çarşısına giriyoruz. Nehirvari akan insan kalabalığını yararak ilerlerken,  anılarımızı küçük hediyelere sığdırmaya çalışıyoruz. Burayı da tükettiğimizi düşünerek, ahşap antik kentlerin en meşhuru olan Fenghuang'a doğru uzun bir tren yolculuğu yapıyoruz.

Balıklı ayak masajı :)

















FENGHUANG



Günübirlik uğradığımız Fenghuang bu kısa süreye pişman ediyor bizi. Her bir köşesi o kadar güzel ve masalımsı ki. 













Ahşap işçiliğin en güzel örneklerine rastladığımız kent, antik kasabayı ayıran küçük nehrin sağ ve sol yanaklarına bir güzel serpiştirilmiş. 










Su üzerindeki taşlara basarak yada evi andıran köprülerden geçerek sokak sokak geziyoruz. 













Şehri bir de kuş bakışı görelim diyerek çıktığımız tepede, geleneksel müzik yaparak oynayan yaşlı Çinliler ve şehri tuvalllerine yansıtmaya çalışan genç ressamlarla birlikte huşu içinde bu güzel manzarayı izliyoruz.

Çizdikleri bir şeye benzemese de :)







 Son olarak nehri de kayıkla turladıktan sonra Terracota askerlerinin mekanı Xian’a doğru yola koyuluyoruz.










Geleneksel Çin ezgileri söyleyen bir kız



Bu poz için 10 dk uğraşıldı ve sağda solda bekleyen yaklaşık 20 kişi var :)
Buradaki ev çatıları farklı bir kültürün izlerini taşıyor
Maaşallah diyelim :)
Köprilerdeki estetik bir harika































XİAN









Xian müslümanların bolca yaşadığı Çin kentlerinden bir tanesi. Bu yüzden yemek sıkıntısı çekmiyoruz. 











Terracota askerleri Çin Şı Huang denilen çılgın bir Çin imparatorunun yaklaşık 8000 askerin heykeli ve atlarıyla gömüldüğü bir alanın adı. 


Devasa bir hangarda sergilenen bu ilginç anıt mezarda bulunan her bir askerin yüz ifadesi farklı.





 Binlerce heykel sanki her an savaşa gidecek gibi önümüze seriliyor. 




Yanımıza yanaşan gönüllü bir rehber güzel ingilizcesiyle burayla alakalı efsane ve mitleri anlatıyor. 












Söylentiye göre imparator mezarının yeri bilinmesin diye bu heykelleri yapan heykeltraşları da öldürtmüş. Bu kadar büyük bir mezarın yüzlerce yıl saklı kalması ve kazara bir çiftçi tarafından bulunması da bu efsaneyi destekliyor.


PİNGYAO



Çindeki son durağımız olan Pingyao, en iyi korunmuş antik kentlerden. Etrafı surlarla çevrilmiş bu şehir yüzlerce taş evde oluşuyor. Tepeden baktığınızda o bilindik kıvrımlı çatılar sıra sıra uzanıyor gözlerimizin önüne. Yine bisikletlere sarılarak şehri dalaşıyoruz baştan sona. 







Elinde hoparlör taşıyan bir askerin yaklaştığını görüyoruz. Arkasında da geleneksel kıyafetler içerisinde dansçı kızlar. Bu sokak dansçıları sokaklar arasında gezerek, hoparlörden duyulan otantik Çin ezgileriyle dans ediyor ve şehri ziyaret edenlere daha gerçekçi bir tarih yelpazesi sunuyor.

















































Çin haritasında çizdiğimiz elips şeklindeki uzun bir maratondan sonra, tekrar Pekin’e gelmek buruk bir duygu bırakıyor bizde. O kadar güzel anlarımız oldu ki bu gezide. İnsanları, tarihi, ilginç yemekleri ve bu yazıya sığdıramadığımız binlerce güzellikleriyle Çin’e veda ediyoruz. Umarım yolunuz bu kadim memlekete düşer ve bu güzellikleri siz de görürsünüz. 


NOT: Bu yazı özetin özeti şeklinde hazırlandı. Yolda yaşadığımız problemleri, gitmek isteyenlere tavsiyelerimizi ve ipuçlarını içeren bir yazı sonradan yazacağım. Yine de sorusu olan varsa çekinmeden sorabilirsiniz. Okumak için vakit ayırdığınız için teşekkürler...