KÜÇÜK İNSANLARIN BÜYÜK DİYARI; ÇİN
BEİJİNG
Bu yazımızı,
çok uzak bir memleketten; Çin’den yazıyoruz. Yazılı tarihi 5000 yıl geriye
uzanan, günümüz medeniyetinin temel taşlarını oluşturan kâğıt, barut, pusula ve matbaacılık gibi pek çok buluşa imza atan ve son yıllarda, yapmış olduğu
atılımlarla ve politikalarla, dünyanın en önemli ekonomik güçlerinden biri haline gelmeye başlayan devasa bir ülke;
Çin. Üç haftayı aşkın bir süre köşe bucak gezdiğimiz bu dünya
devi, nüfusu bir milyonu aşkın 64 şehriyle inanılmaz kalabalık bir ülke, hatta
ayrı bir dünya. Tam 1,35 milyar kayıtlı insan. Ülke nüfusu o kadar kalabalık ki
devlet çareyi çocuk doğumunu sınırlamakta bulmuş. “Tek çocuk yasası” azınlıklar
dışında kalan Çinlilere birden fazla çocuğu yasaklıyor. İlginç bir şekilde ilk
çocuk kız olursa bir çocuk hakkı daha veriliyor. Ülkenin %92 si “Han” denilen
has Çinli ırktan oluşurken, kalan %8 i 56 farklı ırka ayrılmış. Çok köklü bir
tarihi, muhteşem doğal güzellikleri ve Batı’nın metropollerinden farksız dev
şehirleriyle bir gezginin her şeyi bulabileceği nadir yerlerden. Aynı zamanda Birleşmiş
Milletler Turizm Örgütü'nün verilerine göre 2012 yılında kaydedilen 57.7 milyon
turistle Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra dünyada en çok ziyaret
edilen üçüncü ülke durumundadır.
İstanbul
- Moskova üzerinden dünyanın en büyük
başkentlerinden biri olan Beijing’e (diğer adıyla Pekin) varıyoruz. Mimari
açıdan benzersiz Beijing havalimanı büyüklüğüyle de ayrı bir şaşırtıyor bizi.
Zaten Çin şehirlerini gezerken genelde “büyük” kelimesi anlamını yitiriyor.
Çünkü her şey çok büyük. İki katlı üst geçitler, sekiz şeritli yollar, Atatürk
havalimanından kat be kat büyük tren istasyonları ve her yer insan... Sanki bir
çuval pirinci bir metrekareye dökmüşsünüz.
Bu kalabalık içerisinde şehir
sokaklarını arşınlıyoruz. Eğer otel rezervasyonunuz yoksa ucuz otel bulmak ayrı
bir çile haline geliyor. Her şey turistin para harcamasına yönelik. Tarihi gibi
gördüğümüz bir çok yapı aslında ilgi çekmek için sonradan yapılmış.
440,000
metrekarelik alanıyla dünyanın en büyük meydanı olan Tiananmen meydanının tüm çevresi tamamen restore edilmiş ve belli
saatlerde araç girişi yasak. Böylece doyasıya gezme imkanına sahip oluyorsunuz.
Meydanda müzeler ve Çin’in efsanevi lideri
Mao Zedong’un anıt mezarı bulunuyor.
İngilizce açısından çok zayıf olan
Çinlilerle daha çok vücut diliyle anlaşmaya çalışıyoruz. Ancak Çinliller
gerçekten çok ilginç insanlar. Bizde “dik dik bakma” dediğimiz durum onlar için
gayet normal. Hiç çekinmeden sizi tepeden tırnağa süzen insanların arasında
dolaşmak, ilk başta rahatsız edici olsa da, sonradan alışıyorsunuz.
Bu bakışlar bir yana bir de bizimle fotoğraf
çektirmek isteyenlerle karşılaşıyoruz. Hatta bunun için sıraya bile giriyor ya
da sizi gizlice çekebiliyorlar. İnsan kendini bir an ünlü sanabiliyor.
Çinlilerin dikkat çeken diğer bir özelliği de çay aşığı olmaları. Neredeyse her
üç kişiden ikisinde küçük termoslar görüyoruz. Devlet de bunun farkında olacak
ki; tren istasyonu, tuvalet gibi yerlere sıcak su makineleri koymuş. Bu arada
tüm Çin’de tuvaletler ücretsiz ve temiz.
Pekin'de serinleme amaçlı göbek şovlar oldukça moda :) |
Restoranlar müşteri çekmek için her süslemeyi kullanıyor. |
Hazır noodle lar |
Çin’de
yaşadığımız en büyük sıkıntı yemek. Helal yemek bulmak için bazen saatlerce
dolaşıyoruz. İlk iki gün Türkiye den getirdiğimiz bisküvi benzeri yiyeceklerle
idare ediyoruz. Ama onlar bitince düşüyoruz yollara.
Ülke çapında domuz eti çok
fazla tüketiliyor. Yer yer bulduğumuz Uygur lokantaları kurtarıcı olsa da,
onları bulmak hiç kolay değil. Çok hızlı bir şekilde büyüyen Çin’de haritalar 6
ayda bir değişiyor. Haritada bulduğumuz lokantaya vardığımız da bazen yerinde
yeller estiğini farkediyoruz. Bu bölgede yiyebileceğeniz yegane yemek noodle
denilen sulu makarna. Öğünümüzün baş köşesine oturtuyoruz.
Popülerliğimizden bir şey kaybetmedik :) |
Namaz kılmak
isteyenler hiç canını sıkmasınlar. Tapınak kenarlarında, dağda, kaldırımda her
yerde çok şükür namazlarımızı eda ettik. Namazlarımızın çoğunu insanlar
arasında sokakta kılmamıza rağmen yirmi gün boyunca hiçbir sivil ya da görevli
bize ne müdahalede bulundu ne de rahatsız etti. Yüzde altmışı ataist olan bir
memleketten bahsediyoruz. Türkiye’deki bazı kesimlerin kulakları çınlasın. insanların
ortasında hatta Pekin’in en kalabalık bölgelerinden olan tren istasyonunda
güpegündüz öğle namazını kıldığımız an görülmeye değerdi. Etrafımızı saran
meraklı bakışlar, namaz kılarken yanımıza gelerek fotoğraf çektirenler ve daha
nice tebessüm ettiren anlar. Allah kabul etsin.
Beijing’in
ününe ün katan Çin Seddi ikinci durağımız oluyor. Otobüsümüz böcekden, kurbağaya, yılandan, köpek etine kadar binbir çeşit yiyeceğin satıldığı turistik giriş kapısına yanaşıyor.
Yeşil dağların sırtlarından yılan gibi kıvrılan bu yapı M.Ö. 200 yılında yapımına başlanmış. Yüz yıllar geçtikçe, sayıları bir milyonu bulan bir işçi ordusunun yardımıyla yapılan eklemelerle tam 8850 km uzunluğa ulaşmış. Seddin bazı kısımları o kadar dik ki, düz bir duvarı andırıyor.
Çin seddi değil, resmen rampa :) |
Uçsuz bucaksız dağlarda ufukta kaybolan surlarıyla,
tarihin derinliklerine sürükleniyoruz. Her yerde karşılaştığımız kalabalık
Çinli yerel turistlerin eşliğinde duvar boyunca ilerliyoruz. Karşılaştığımız
Uygur çiftle Türkçe konuşabildiğimizi fark ettiğimizde şaşırıyoruz. Çin
hükümetinin yaptığı baskıları anlatıyor ve boynumuz bükük dinliyoruz.
Yaklaşık 4-5
saatlik bir geziden sonra teleferik ile aşağıya inerek ikinci günümüzü de
sonlandırıyoruz . Yeri gelmişken size bir uyarıda bulunayım. Çin’de turistik
yerlerin giriş ücretleri inanılmaz pahalı. Bazı asya ülkeleri ve bizde olduğu
gibi yerli yabancı turist ayrımı yapmıyorlar.
Herkese pahalı. Küçük parklar ve tapınaklardan bile giriş ücreti tahsil
ediyorlar.
Başkentte son
durağımız “Yasak Şehir” oluyor. Şehir denildiğine bakmayın aslında, yüzyıllar
boyunca yönetim merkezi olarak kullanılmış devasa bir saraydan bahsediyoruz.
Bu figürlerin sarayı koruduğuna inanılıyor |
Uzak doğunun klasik çatı üslubunun en güzel örneklerini burada görmek mümkün.
Saray çıkışı Çince’de “penjing” denilen minyatür bonsailerle süslenmiş
avlusuyla klasik çin bahçeleri karşılıyor bizi.
Şirin bir Bonsai ağacı |
Bu parkın zirvesine çıkarak bir
de tepeden bakıyoruz bu kadim şehre. Önümüze serilmiş tarih deryasının bittiği
yerde gökyüzünü yaran gökdelenler başlıyor ve ardında siyah siluetler bırakan
kızıl güneş kıvrımlı çatılarda son okşamalarını konduruyor. Sonraki durağımız olan Ta’ian şehrine gitmek
için hazırlık yapmak üzere otelimize geçiyoruz.
TA’İAN
Akıl kârı değil :) |
Peki dağa nasıl çıkacağız. Cevap basit; Çin de tüm turistik dağlarda olduğu gibi merdivenlerle (!) .
Merdivenlerin kadraja sığan kısmı |
Yüz değil
binlerce basamak. Bir gökdelene merdivenlerle çıktığınızı düşünün. Çinliler tüm
dağ sırasını merdivenlerle döşemiş.
Merdivenlerden nefret ettiğim an :) |
Gözünüz korkmasın, ben bu kadar kondisyonlu
değilim diyenlere iki kolay seçenek var. İlki teleferik. Bu küçük kutucuklar
yaklaşık 35 lira verdiğinizde, en azından yolun yarısına kadar sizi götürüyor.
İkinci seçenek ise biraz garip. Küçük bir taht ve onu sırtlayan iki insan. Tabi
bu daha pahalı bir tercih. Genciz , güçlüyüz diyerek bedava olan kendi
ayaklarımızı yeğliyor ve başlıyoruz tırmanamaya.
Bizden kötü durumda olanlar da var |
Yukarı çıktıkca dağın
eteklerinde yer alan küçük tapınakcıklar ve mola kulübeleri inanılmaz manzaralar sunuyor bizlere. Yediden
yetmişe binlerce insan, dağ girişinde
kiralık aldıkları bastonlar ile, bir aşağı bir yukarı, soluk soluğa arşınlıyor
basamakları.
...ve zirve. |
Saatler sonra nihayet vardığımız zirvede, antik bir şehir misali binlerce yıllık mistik
yapıları inceliyor ve bize küsmüş yorgun ayaklarımıza bir kıyak yaparak
teleferikle aşağı iniyoruz.
Israrla fotoğraf isteyen gençleri kırmıyoruz |
TONGLİ
Haritada
yönümüzü aşağı çevirerek Çin’in Venediği denilen kanallar kenti Tongli’ye yine
trenle ulaşıyoruz.
Şehrin dört bir yanındaki gezi kayıkları |
Terkedilmiş bir şehri andıran bu küçük kasabada 100 aşkın
küçük köprünün her biri ayrı bir güzellikte.
Geleneksel bir Çin bahçesi |
Her bir köprü bir sanat eseri |
Bahçe havuzlarında devasa Japon balıkları var |
Tüm sokaklarını elimizdeki küçük haritayla dolaşırken geleneksel bir lokantada yemek yiyoruz. Çinliler çayı bardakta demliyor. Çay istedğinizde bir termos ve içine çay yaprağı atılmış porselen bardaklar getiriliyor.
Çoğu yemekte domuz yağı kullanıldığı için bu yemeklerden sadece bir kaçını sipariş ediyoruz |
Çayın bu kadar çok tüketildiği bir memlekette ülkemin o güzel
kızıl çayını özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Kanalda bir iki kayık turu
attıktan sonra kasabanın akşam saatlerinde daha bir süslü olduğunu
farkediyoruz.
Tongli'nin gecesi ayrı bir güzel |
İkinci gün geleneksel Çin evlerinde geçirdiğimiz saatlerden sonra
turumuzu tamamlıyoruz. Sırada Şangay var.
ŞANGAY
Burada da yatış pozu vermeden olmaz :) |
Şangay aslında bir eyalet ismi. Şanganese diye bir lehçe bile ver. 350 milyar dolarlık devasa bir ticaret hacmine sahip. 23 milyonluk nüfusu ve bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibi duran benzersiz gökdelen manzarasıyla eğlenceli bir şehir Şangay.
Şehirde eski ve yeniyi bir arada görmek mümkün |
Shangai çok düzenli ve temiz bir şehir. |
Gökdelenler arasında çalan müzik ile dans eden bir çift |
Gökdelenlere bakarken boynumuz tutuluyor. |
Bu büyük şehir gökdelenlerin olduğu Pudong ve eski Shangai’ın bulunduğu Bund
bölgelerinden oluşuyor. İki bölgenin arasından geçen Yangtze nehri ve alışveriş
meraklıların çekim alanı olan Nanjing Road’da şehir silüetini temaşa
ediyoruz.
Camsız gözlüklerim ve ben :) |
Çin'de çok popüler olan siyah çerçeve gözlüklerden biz de alıyoruz. Ama bizimkinde cam yok :)
Gökdelenler arasında gezerken
karşılaştığımız Türk kumpirci ile memleket hasretini bir nebze olsun
gideriyoruz.
Nanjing Road |
HUANGSHAN
Manzara muhteşem |
Hong Kong dan
önceki son durağımız olan Huangshan yine Çin’in en önemli dağ sıralarından bir tanesi.
Burayı özel kılan dağın jeolojik oluşumu ve dar geçitlerden yer yer tehlikeli
olabilecek uçurum kenarı güzergahlardan geçen seyir terasları.
Bu dik merdivenler oldukça tehlikeli |
Ünlü Avatar
filminin buradan ilham alınarak çekildiğini de belirtmek gerek. Şehre
vardığımız ilk gün inanılmaz yağmur yağıyor. Yılın 200 günü yağmurlu olan
şehirde bu hiç de şaşılacak bir durum değil. Ancak zirvede bir gün çadırda
konaklamak isteyen bizler için can sıkıcı bir durum. Planımızı biraz daha
esneterek buradaki süreyi bir gün uzatıyoruz. Zorlu bir otel bulma sürecinden
sonra sabah kalktığımızda güneş yüzümüze gülümsüyor ve yine yorucu bir
tırmanışa başlıyoruz.
Resme yakından baktığınızda dağ üzerindeki merdivenleri görebiliyorsunuz |
Buradalardan yürümek oldukça ürkütücü |
Özgürlük... |
Dağın eteklerine
geldiğimizde bile manzara muhteşem; keskin kayaçların arasından fışkıran yeşil
ağaççıklar ve taşların arasına sıkışmış küçük tapınaklar…
Teleferikle iniş ayrı bir güzel |
...ve muhteşem gün doğumu |
Sisler arasında merdivenleri
arşınlarken buranın Taian dağından çok daha büyüleyici olduğunu anlıyoruz. Her
zaman şaşkın şaşkın baktığımız o sarp kayalıklardaki evcikleri dünya gözüyle
görmek ayrı bir haz veriyor insana.
Burada da yattık :) |
Azıklarımızı yerken :) |
Zirvede kiraladığımız çadırımızda
geceledikten sonra sabahın ilk saatlerinde
Çin’de güneşin doğuşunun en güzel gözlemlendiği yerlerden biri olan bu
dağda, arzın uyanışını kalabalık ve gürültülü Çinlilerle beraber izliyoruz. İnişimiz tırmanıştam daha bir harika geçiyor.
Ağzımız açık Çin’in tüm dağ sırasını merdivenlerle ve geçitlerle donattığını
farkediyoruz.
HONG KONG
...Ve Hong
Kong. Burası da Şangaya benzer bir şehir. Ancak kendi bayrağı ve para birimi
olan ayrı bir devlet statüsünde. Yine gökdelenler kaşılıyor bizi.
Hong Kong'un meşhur biçimsiz apartmanları ve arasına sıkışmış bir kilise |
Sık sık kayboluyoruz sokaklarda... |
Man Mao Tapınağı |
Victoria Tepesi tramvayını beklerken |
Hong Kong'un en merkezi yerlerinde bile cami bulmak mümkün |
Tapınaktaki dilek kartları |
Çok pahalı
bir şehir Hong Kong. Yemek yemek istediğimizde büyük bir kazıkla başlıyoruz güne :) Şehrin yarısı Çinli, kalanı ise bin bir memleketten. Caddelerde Hindliler ünlü marka saatlerin çakmalarını satabilmek ve bizi dükkanlarına götürebilmek için birbirleriyle yarışıyor. Orada öğrendiğime göre Hong Kong'un terzileri de dünyaca ünlüymüş.
Victoria Tepesi ve kuş bakışı Hong Kong |
Eski bir tramvayla çıktığımız Victoria tepesi tüm şehri
ayaklarımızın altına getiriyor. Meşhur Star Ferry ile Hong Kong u ikiye ayıran nehri geçerek iki yakayı da görme şansı elde ediyoruz.
Kung Fu hünerlerimi orada da gösterdim :) |
İki günlük kısa bir duraklamanın
yeterli olduğunu düşünerek yönümüzü yine doğanın kucağına çeviriyoruz. Hedef;
dünyanın benzersiz doğa harikalrından bir tanesi; Yangshuo.
YANGSHUO
Bu şehre
vardığınızda kendinizi fantastik bir filmde sanabilirsinz. Li nehri boyunca
uzanan, irili ufaklı yüzlerce tepe.
Dünyanın en meşhur turlarından bir tanesi
olan Yangztze nehir gezilerinin en can alıcı bölgesi burası. Şehri tatmak için
bisiklet en eğlenceli araç.
Öncelikle binlerce yıllık antik köyleri geziyoruz. Bunlardan en meşhuru olan Xinping'de kiraladığımız bambu sallarla Li nehrine bırakıyoruz kendimizi.
Termoslarımıza dolduruğumuz
kahveleri yudumlarken etrafımızda uzanan doğa harikaları mest ediyor bizi.
Bu manzarayı görünce İstiklal Caddesi aklıma geldi |
Sonraki gün tam bir hediyelik eşya cenneti olan şehir çarşısına giriyoruz.
Nehirvari akan insan kalabalığını yararak ilerlerken, anılarımızı küçük hediyelere sığdırmaya
çalışıyoruz. Burayı da tükettiğimizi düşünerek, ahşap antik kentlerin en
meşhuru olan Fenghuang'a doğru uzun bir tren yolculuğu yapıyoruz.
Balıklı ayak masajı :) |
FENGHUANG
Günübirlik
uğradığımız Fenghuang bu kısa süreye pişman ediyor bizi. Her bir köşesi o kadar
güzel ve masalımsı ki.
Ahşap işçiliğin en güzel örneklerine rastladığımız kent,
antik kasabayı ayıran küçük nehrin sağ ve sol yanaklarına bir güzel
serpiştirilmiş.
Şehri bir de kuş bakışı görelim diyerek
çıktığımız tepede, geleneksel müzik yaparak oynayan yaşlı Çinliler ve şehri
tuvalllerine yansıtmaya çalışan genç ressamlarla birlikte huşu içinde bu güzel
manzarayı izliyoruz.
Çizdikleri bir şeye benzemese de :) |
Son olarak nehri de kayıkla turladıktan sonra Terracota
askerlerinin mekanı Xian’a doğru yola koyuluyoruz.
Geleneksel Çin ezgileri söyleyen bir kız |
Bu poz için 10 dk uğraşıldı ve sağda solda bekleyen yaklaşık 20 kişi var :) |
Buradaki ev çatıları farklı bir kültürün izlerini taşıyor |
Maaşallah diyelim :) |
Köprilerdeki estetik bir harika |
XİAN
Xian müslümanların bolca yaşadığı Çin kentlerinden bir tanesi. Bu yüzden yemek sıkıntısı çekmiyoruz.
Terracota askerleri Çin Şı Huang denilen çılgın bir Çin imparatorunun yaklaşık 8000 askerin heykeli ve atlarıyla gömüldüğü bir alanın adı.
Devasa bir hangarda sergilenen bu ilginç anıt mezarda bulunan her bir askerin yüz ifadesi farklı.
Binlerce heykel sanki her an savaşa gidecek gibi önümüze seriliyor.
Yanımıza yanaşan gönüllü bir rehber güzel ingilizcesiyle burayla alakalı efsane ve mitleri anlatıyor.
Söylentiye göre imparator mezarının yeri bilinmesin diye bu
heykelleri yapan heykeltraşları da öldürtmüş. Bu kadar büyük bir mezarın
yüzlerce yıl saklı kalması ve kazara bir çiftçi tarafından bulunması da bu
efsaneyi destekliyor.
PİNGYAO
Çindeki
son durağımız olan Pingyao, en iyi korunmuş antik kentlerden. Etrafı surlarla
çevrilmiş bu şehir yüzlerce taş evde oluşuyor. Tepeden baktığınızda o bilindik
kıvrımlı çatılar sıra sıra uzanıyor gözlerimizin önüne. Yine bisikletlere
sarılarak şehri dalaşıyoruz baştan sona.
Elinde hoparlör taşıyan bir askerin yaklaştığını
görüyoruz. Arkasında da geleneksel kıyafetler içerisinde dansçı kızlar. Bu
sokak dansçıları sokaklar arasında gezerek, hoparlörden duyulan otantik Çin
ezgileriyle dans ediyor ve şehri ziyaret edenlere daha gerçekçi bir tarih
yelpazesi sunuyor.
Çin
haritasında çizdiğimiz elips şeklindeki uzun bir maratondan sonra, tekrar
Pekin’e gelmek buruk bir duygu bırakıyor bizde. O kadar güzel anlarımız oldu ki
bu gezide. İnsanları, tarihi, ilginç yemekleri ve bu yazıya sığdıramadığımız
binlerce güzellikleriyle Çin’e veda ediyoruz. Umarım yolunuz bu kadim memlekete
düşer ve bu güzellikleri siz de görürsünüz.
NOT: Bu yazı özetin özeti şeklinde hazırlandı. Yolda yaşadığımız problemleri, gitmek isteyenlere tavsiyelerimizi ve ipuçlarını içeren bir yazı sonradan yazacağım. Yine de sorusu olan varsa çekinmeden sorabilirsiniz. Okumak için vakit ayırdığınız için teşekkürler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder